Biraz dertleşelim mi?
Siz de son zamanlarda kendinizi yorgun, keyifsiz ya da “her şey üstüme geliyor” hissederken buluyor musunuz?
Yalnız değilsiniz. Gerçekten değilsiniz.
Salgın geçti, maskeleri çıkardık. Ama içimizde taşıdığımız başka bir salgın var artık: Mutsuzluk.
Mutsuzluk hayatımızın her alanına sirayet etmiş durumda.
İşimize, ilişkilerimize, üretkenliğimize… Ve evet, alışveriş alışkanlıklarımıza da.
Peki bu duygusal çöküş bizi nasıl etkiliyor?
Gel biraz rakamlara bakalım, çünkü hissettiklerimiz aslında verilere de yansımış:
- Gallup 2023 Küresel Duygu Raporu: İnsanların %42’si endişeli, %41’i üzgün.
- TÜİK verilerine göre Türkiye, son yılların en mutsuz dönemlerinden birini yaşıyor.
- Ipsos’un 2024 tarihli bir araştırmasında Türkiye’deki tüketicilerin %35’i, kötü hissettiklerinde alışverişle modlarını düzeltmeye çalıştıklarını söylüyor.
Bu şu anlama geliyor:
Ya bir şey almıyoruz, ya da aldığımız şeyle kendimizi o anlık iyi hissetmeye çalışıyoruz. Yani ya “iptal” modundayız, ya da “hadi bir ruj alayım moralim yerine gelsin” noktasında.
Satın alma kararlarımız artık sadece fiyata değil, duygumuza da bağlı.
Ekonomik belirsizlik zaten başlı başına bir stres kaynağı.
Ve mutsuzlukla birleşince tüketici davranışlarında ilginç bir kırılım oluşuyor:
- Bir kısım insan tüm harcamalarını donduruyor, çünkü korkuyor.
- Diğer bir grup ise anlık “mutluluk arayışına” giriyor ve ufak lükslere yöneliyor: abur cubur, küçük ev eşyaları, kozmetik gibi…
Bu da pazarlamacılar, markalar, girişimciler için yeni bir gerçeklik demek. İnsanlar alışveriş yapıyor ama aynı sebepten değil artık.
Ben bu durumu şöyle görüyorum:
Markaların “mutsuz” tüketiciyi anlaması gerekiyor. Çünkü sadece kampanya yapmak yetmiyor artık.
İnsanlar daha az güveniyor, daha çok sorguluyor, daha çok “neden almalıyım” diye soruyor. Ve en önemlisi:
İyi hissettiren markalar, artık sadece ürün değil; bir his, bir umut, bir nefes de satıyor.
Peki biz bu bilgilerle ne yapmalıyız?
Ben kendi işimde şöyle bakmaya başladım:
- Reklam dilini yumuşatmak: Bağıran değil, anlayan bir ton.
- İçerikleri insancıllaştırmak: Daha fazla empati, daha fazla gerçek hayat.
- Tüketicinin ruh haline göre kampanya kurgulamak: Sadece indirim değil, “senin için buradayız” duygusu vermek.
Ve size sorum şu:
Sizce mutsuz bir toplumda, markalar ya da girişimciler nasıl bir yol izlemeli?
İnsanların gerçekten ihtiyacı olan ne? Bir ürün mü, bir duygu mu?
Cevaplarınızı merak ediyorum. Yorumlara yazarsanız birlikte tartışalım.
Sevgiler,
Özlem SARAÇ – Webolizma CMO
(Pazarlama ve insan psikolojisi arasında sıkışıp kalan bir profesyonel)